“BİZ İKİMİZ AYNIYIZ” (KISA YOL’UN UZUN HİKAYESİ:BÖLÜM-1 )
Güneşin vurduğu yerler bahar. Hemen yanındaki gölgeler kış. Güneş göz alıyor, güneş gözlüğü takmalı, aynı zamanda buz gibi ayaz, sıkı giyinmeli.
Bu gün Afsad’da serginin son rötuşları için toplanacağız. Otobüsle gideceğim. Çocuklara Erkan bakacak. Kızılay’dan Kavaklıdereye doğru yürümek, dönüşte acele etmeden vitrinlere avel avel bakarak durağa dönmek, özlediğim bir olay bu.. Güzel bir gün olacak.
Ya da bana öyle geliyor.
Otobüste boş yer var. Sonraki duraklarda yavaş yavaş doldu. Yaşlı yolcu sayısı hayli çok. Ben yaşlılara yer vermiyorum. Otobüs bedava olduğu için çoğu keyfinden geziyor. Sen işten dönüyormuşsun, çocuk sırtında koca çantasıyla dersaneden, okuldan dönüyormuş, umurlarında değil. Gelip insanın tepesine dikilip duygu sömürüsü yapıyorlar. Hatta apaçık taciz bu. Kalkıp yer verdiğinde de, sanki onun koltuğunda işgalcisin de, nihayet yerini asıl sahibine teslim ettin gibi bir tavır. Teşekkür bile yok çok zaman.
İşte buraya yazıyorum, otobüs bedava değil 25 kuruş olsun, yaşlı yolcu sayısı yarıya inecek.
Ben umursamıyorum ama, yanımda oturan kızcağız, elinde poşetler olan bir teyzeye yer verdi. Ama teyzenin paketleri öyle çok ki, eline kucağına sığdıramayıp yerlere düşürdü. Büyükçe bir paketi alıp;
-“bunu ben tutayım” dedim ricasız bir emirle.
-“sana zahmet olmasın kızım” dedi.
-“Bana bir zararı yok, yere koydum elimle tutuyorum zaten” dedim en soğuk halimle.
Bu kadar soğukluk kadının sohbete başlamasına mani olamadı.
-“Rahmetli annemi rüyamda gördüm” dedi.
– “Hayırdır inşallah” dedim ama, bu sözün rüyasını anlatmasına vesile olacağını düşünüp hemen ardından “Allah rahmet eylesin”ı ekleyip konuyu kapatmak istedim. Rüyadan kurtuldum ama sohbetin başlamasına mani olamadım.
– “Lokum ve muz aldım. Zöhre Ana’ya götürüyorum, , o hayrına dağıtır” dedi.
–“Bilir misin Zöhre Ana’yı” diye ekledi.
-“Duydum” dedim.
“Ne zaman gelecek?” merak ettiğim, Türk muhabbetinin en klasik sorusu geldi;
-“memleket nere?”
– “Ankara,Çubuk”
-“hmmm..Çubuğun neresi?”
-“Meşeli köyü”
Sanki büyük bir sırrı paylaşır gibi, eğilip yavaşça “biz ikimiz aynıyız” dedi.
-“bizde iman itikat çokdur, kuvvetlidir” diye ekledi.
-“sen nerelisin” sorusuna “Çorum” diye cevap verdi.Komşuları varmış bizim köylü. Hayli ortak tanıdık çıktı.
Gözümdeki güneş gözlüğüne güveniyorum, onu çıkartırsam kesin bir samimiyet köprüsü kurulacak.
Neden bilmiyorum, öyle hissediyorum. Gözlerimden, ben deyim saflık, siz deyin salaklık akıyor. Biliyorum… Bu yüzden gözümdeki gözlüğe şükrediyorum. Karşımdakiyle arama mesafe koyuyor, ben de kendimi daha güvende hissediyorum.
Oğullarına, hakim olan gelinine, hakim gelininin maaşına kadar çok detay öğreniyorum. Oğullarının hepsi okumuş, iyi iş sahibi. Zöhre Ana’yı, Zöhre Ana’nın hikmetlerini anlatıyor.
İnanıyorum. Ne fal ne falcı, ne büyü ne büyücü, ne muska, ne muskacı hiçbirisiyle işim olmaz ama inanırım. Zaten inandığım için uzak duruyorum. İnsanın hayatını bunlarla yönlendirmeye kalkışması felaket. İşte bundan nefret ediyorum. Hiç bir şeyi evvelden bilmek istemiyorum. Bu meraka yenilmek zayıflığını istemiyorum.
Bunları yapan bilinç altı. Beyninde ur olduğunu, Zöhre Ana sayesinde urun küçüldüğünü, doktorun da buna çok şaşırdığını anlattı. Doğru söylüyor çünkü, Zöhre Anaya inancı kuvvetli. Zöhre Ana’nın kendisini iyi edeceğine o kadar inanıyor ki, bu bilinç altına işlenip bedenine sirayet ediyor.
Şu da var; neden bir başkası değil de Zöhre Ana? Var illaki bir hikmeti ama anlamadığımız bir şey, inkar edeceğimiz anlamına da gelmiyor. Sadece, ömür kifayet ederse, zaman istiyor anlamak.
Mevzu eski mahallesi Feridunçeliğe, Feridunçelikteki Kızılcahamam ve Geredeli’lere, onların kendilerinden hiç hazzetmediğine gelince;
-“Teyze sen inince nereden bineceğini iyice biliyor musun? Karıştırmayasın sonra” diye lafı değiştirmeye çalıştım. Erkanda Geredeli ve Geredelilerin (istisnalar kaideyi bozmaz) ne sofu olduklarını bu teyzeden daha iyi bilirim. Lafın kocama, kocamın memleketine, sonra da “Aaa..bir Geredeliyle mi evlendin, tüh, vah, yazık”a gelmesini istemiyorum. Ama müsade edersem, her şeye geldi, ona da gelecek laf sırası.
Ulusta indi. Zöhre Ana’ya selam yollamayacağım. Malum olur itikatsızlığım. Ya da çok derin bir anaysa derdimin inançla değil, yozlukla olduğu da malum olmaz mı? Ama teyze tam “gitti” dediğim anda tekrar bana dönüp;
-“Hadi sağlıcakla kal kızım” deyince
–“Sağ olun, Zöhre Ana’ya bizden selam saygı iletin” cümleleri döküldü ağzımdan.
“Biz” kim? Onu nereden çıkarttım? ben tek kişiyim. “Bu zor işin altından ancak kalabalık olursam kalkarım” mı dedim, ne bileyim. Zöhre Ana’nın selamımı, daha kadın götürmeden o an aldığını hissine kapıldım. Bana kızgın olduğu gibi bir hissiyatım da olmadı.
Ya başıma o utancın gelmesi..
Tamamen kendi aptallığım, ne Zöhre Ana’nın, ne itikatsizliğimin, ne de kimsenin suçu yok.
Utanç içindeyim ve tek tesellim sadece kendime zarar vermiş olmam..
Kaynak: http://reyhanbilen.blogspot.com.tr/2010/01/biz-ikimiz-ayniyiz-kisa-yolun-uzun.html